
Obezite vücut yağ dokularında anormal ve fazla miktarda yağ birikimi olarak tanımlanıyor. Uzmanlara göre kadınlarda bel çevresinin 88 cm, erkeklerde de 102 cm’nin üzerine çıktığında obezite oluşmuş demektir. Obezite sınıflamasında en sık kullanılan yöntem vücut kitle indeksi (VKİ). VKİ vücut ağırlığının metre cinsinden boy uzunluğunun karesine bölünmesiyle elde ediliyor ve bunun 30kg/metrekarenin üzerinde olması kişinin obezite adayı olduğunu gösterir.
Obezitenin oluşumunda genetik faktörlerin yanı sıra yetersiz fiziksel aktiviteler, yüksek enerjili gıdalar ile beslenme, kadınlarda fazla sayıda doğum yapmış olma, bazı kullanılan ilaçlar, hormonal bozukluklar gibi birçok faktör rol oynar.
SİSTEMİK BİRÇOK HASTALIĞA SEBEP OLABİLİYOR
Obezite tek başına kişide oluşturduğu psiko-sosyal rahatsızlıkların haricinde, birçok ek sistemik hastalıklara da neden olmaktadır. Bunların başlıcaları; tip 2 şeker hastalığı, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği, insülin direnci, karaciğer yağlanması, diz ve eklemlerde rahatsızlıklar, uyku apne sendromudur. Meme, mide, kalın bağırsak, rahim ve yumurtalık kanseri gibi bazı kanser türlerinde obezite başlı başına bir risk faktörü haline gelmiştir. Obezitenin beraberinde oluşan bu birçok hastalıktan dolayı, obez kişiler normal kilolulara göre ortalama yüzde 20 (14 yıl) daha az yaşamaktadırlar.
Obezite tedavisinde davranış değişikliğinin yanı sıra diyet ve spor çok önemlidir. Bu tür ameliyat dışı tedavi yöntemlerine rağmen etkili ve kalıcı bir şekilde kilo veremeyen hastalarda, VKİ 40’ın üzerinde veya VKİ 35-40 arasında ise obezitenin neden olduğu herhangi bir ek hastalık varsa kişilerin ameliyat olmalarında fayda vardır.
KİŞİYE GÖRE FARKLI AMELİYAT YÖNTEMLERİ UYGULANABİLİR
Obezite ameliyatları 1950’li yılların sonrasında başladı. Bazı yöntemler terk edilirken, bazı yeni yöntemlerin de uygulanmaya başladığını görmek mümkün. Özellikle son 20-25 yıldır laparoskopik cerrahi (kapalı ameliyat) yaygınlaşmasıyla ve obezite sıklığının da hızla artmasıyla birlikte obezite ameliyatları daha fazla yapılır hale geldi.
En sık uygulanan ameliyat yöntemleri olarak; sleevegastrektomi (tüp mide-mide küçültme), gastrik bypass ve duodenalswitch ameliyatları sayılabilir.
Tüp mide ameliyatı ortalama dört adet küçük kesiler ile gerçekleştirilir. Midenin yaklaşık yüzde 75’lik bölümü çıkarılır. Çıkarılan bölümden üretilen iştah hormonu olmayacağı için iştah eskiye göre azalır. Mide hacmi de azaldığından az yemek ile doyulur, böylece etkili ve kalıcı bir şekilde kilo verilir. Gastrikbypass ameliyatında mide yemek borusunun devamında 30 ml hacim olacak şekilde ayarlanır ve ince barsak direk bu oluşturulan küçük mideye bağlanır. Hasta hem az yemek yiyerek doyar, hem de ince barsakların bir kısmı atlandığı için emilim bozukluğu sağlanır ve bu şekilde etkili ve kalıcı bir şekilde kilo verir.
AMELİYATTA MİDENİN YÜZDE 70’İ ÇIKARILIR
Duodenalswitch ameliyatlarında ise midenin yaklaşık yüzde 70’lik bölümü çıkarılır. Mide çıkışı ince barsağın son 2,5 metrelik bölümüne bağlanır. Mide hacmi azaldığı için kişi az yemek ile doyar. Ayrıca ince barsağın ilk bölümüne gıda uğramadığından emilim de azalır ve böylece etkili ve kalıcı bir şekilde kilo verilir.
Yapılan yönteme göre değişmekle birlikte, obezite ameliyatları ile birlikte hastalar fazla kilolarının yüzde 60-80’ini bir yıl içinde verebilirler. Obeziteye eşlik eden tip 2 şeker hastalığı yüzde 70-95, hipertansiyonun yüzde 60-90, kolesterol yüksekliğinin yüzde 50-90, uyku apne sendromu yüzde 90-95 oranında geçebilmekte. Hem kişinin etkili bir şekilde kilo vermesinin, hem de eşlik eden hastalıklarının çok büyük oranda tamamen düzelmesi, beklenen yaşam süresinin yaklaşık yüzde 20 yani 10-14 yıl artabilmekte.